YILDIZLARIN ALTINDA MANAVGAT ŞİİR YARIŞMASINDA ÖDÜLLER SAH
Manavgat’tan katılan Süleyman Başgöz, “Manavgat’ta Üç Mevsim Bir Gün” adlı şiiriyle 2’inciliği elde edip 5 bin TL ödül kazanırken, Yaşar Bayar, “Çivit Mavisi Gravürde Aşk Prelüdleri” adlı şiiriyle 3’üncü oldu.
Şiir yarışmasının sonuçları, Side Kültür Evi’nde düzenlenen söyleşi, panel ve yazar buluşmaları ile taçlandırılarak kent halkına şiir dolu bir gün yaşatıldı. Gün içindeki şiir etkinlikleri saat 14.00’de düzenlenen açılış kokteyli ile başladı. Side Kültür Evi’ndeki açılış kokteyline Manavgat Belediye Başkanı Şükrü Sözen, eşi Hatice Sözen, CHP Manavgat İlçe Başkanı Aliye Coşar, belediye başkan yardımcıları, meclis üyeleri ve sanatseverler, ANSAN üyesi yazarlar, yarışma jüri üyeleri, şiir yarışmana katılanlar ve üniversiteli gençler katıldı. Kokteylde en çok ilgiyi, şiir ağacı çekti. Bir kutuya konan kağıtlara yazılı şiir dörtlükleri misafirler tarafından çekildi. Dileyen konuklar da yazdıkları dörtlükleri şiir ağacına asarak günü renklendirdi. Başkan Şükrü Sözen de bu neşeli şiir etkinliğinde kader şiiri çekip, ağaca şiir dörtlüğü asmayı ihmal etmedi.
Açılış kokteyli, sonrasında okuyucu şair buluşmasında ve imza etkinlikleri ile bütünleşti. İstanbul ve Antalya’dan gelen şairler Altay Öktem, Hasan Öztoprak, Şeref Bilsel, ve Nadire Sönmez’in yanı sıra ANSAN üyelerinden Abdullah Şanal gibi yazarlar kitaplarını imzaladı, sanatseverlerle yüzyüze sohbet etti. Başkan Şükrü Sözen de konuk yazarlarla keyifli anlar yaşadı, kitap alarak imzalattı. Okuyucu şair buluşması ve imza etkinliği sonrasında yazar Cenk Demirtaş, “Felsefe ve Şiir” konulu söyleşisinde sanatseverlerle bilgilerini sohbet ortamında paylaştı. “Bir İmkan Olarak Modern Şiir” başlıklı panel ise yazarlar tarafından gerçekleştirildi. Şiirle ilgili her şeyin konuşulduğu etkinliklerde Manavgat halkı, sanat dolu bir gün yaşadı.
Akşam saatlerinde ise sanatçı Haluk Çetin, gitarıyla en şairlerin en güzel şarkılarını güzel ezgilerle seslendirdi. Şairler şiirlerini Haluk Çetin’in gitarı eşliğinde okudu.Haluk Çetin’in gitar dinleti sonrasında ödül törenine geçildi. Türkiye’nin dört bir yanından katılımın olduğu 152 şiiri titizlikle okuyup her açıdan değerlendiren jüri üyeleri Altay Öktem, Hasan Öztoprak, Şeref Bilsel, Nadire Sönmez ve Tülay Enhoş ile Cenk Demirtaş ve Haluk Çetin’e anı plaketi sunuldu. Ardından Manavgat’tan ve yurdun dört bir yanından davetli olan yarışmacılar sahneye davet edilerek katılım belgeleri verildi. Gecenin sonunda ise 1. olan İbrahim Said Bahçeci ve 2. Olan Süleyman Başgöz’e plaket ve para ödülleri Manavgat Belediye Başkan Yardımcısı Mustafa Ceylan tarafından sunuldu.
Birinci ve ikinci olan eserlerin sahipleri kendi seslerinden şiirlerini okuyarak gece noktalandı. Manavgat Belediye Başkanı Şükrü Sözen, şiir yarışmasının gelecek yıl geliştirileceğini söyledi. Sözen, “Şiir yarışmamızı Side Kültür Evi’nde düzenlediğimiz söyleşi, panel ve yazar buluşmaları ile taçlandırarak halkımıza şiir dolu bir gün yaşattık. Emeği geçen Altay Öktem, Hasan Öztoprak, Şeref Bilsel, Nadire Sönmez ve kıymetli ablam Tülay Enhoş’a, bizlere muhteşem müzikli dinleti sunan değerli sanatçı Haluk Çetin’e, kıymetli yazarımız Cenk Demirtaş’a, belediyemizin proje ekibine ve tüm sanatsever Manavgat halkımıza teşekkür ediyorum” dedi.
İŞTE MANAVGAT’I ANLATAN ÖDÜLLÜ ŞİİRLER
1.ESER
İbrahim Said Bahçeci
RUMUZ:BOUN1863
YILDIZLARI BÖLÜŞMEK
altı ozanın ellerinden çıktı altı bent
dost, ölüm, sevda, günahsız ve kent
-dost-
biz eskiden böyle seninle
vücudumuzu alabildiğine göğün altına uzatır
parmaklarımızla dokunur, yıldızları bölüşürdük
alaca dualar biriktirirdik kirpiklerimizde usulca
senin gözlerin yeryüzünün bütün renkleriyle
bütün renkleriyle ve de yüzü güleç çocukların
bezenmiş olurdu ilkbahar kapıya vurunca
-ölüm-
sarı ve beyaz ışıklar salınıyor
adım adım geçiyorlar güzeşte binaların yanından
usul usul yanaşıp atıyorlar kendilerini limandan
son mevkide hüzünlü ve bilhassa denizle uyumlu
kaçıp geceleri sokak lambalarından ve evlerden
atıyorlar ki elindeki en görkemli intihardır bu
görkemlidir atılmak öylece sisli bir perdeden
-sevda-
ah benim güzel sevgilim
damar çatlamışcasına kalbinin tam da ortasından
aynası şu heybetli gök kubbenin bir ırmak akar
senin ellerindir üstelik akdenizi usulca okşayan
senin sokaklarında değil midir başıboş aşıklar
ve yine antik bir kent senin çocuğun değil midir
senin mazinde yıllanmış bir halk hikayesi yatar
-günahsız-
şarkılar söyleyelim pamfilya
birkaç dilde haykıralım özlem kokan türküleri
birkaç dilde bahsedelim ölmekten ayrılıktan
ve biz seninle birkaç dilde sevelim insanları
bizim adımız ancak insanlıktan sonra unutulsun
kalbinde yer var biliyorum başkası mümkün değil
senin alkışların hala masum, sen hâlâ çocuksun
-kent-
şimdi sen anlat manavgat’ım
yetmişime varınca, huysuz bir ihtiyar olduğumda
sen yine sokaklarını çocuğun için açacak mısın
yine seninle vücudumuzu gecenin altına serecek
ve yıldızları bölüşecek miyiz parmak hesaplarıyla
ah be güzelim, biliyorum vakit benden geçecek
her parıltı gökteki mutlak olmalı yanaklarında
hem sen bir başka güzelsin yıldızların altında
- ESER
Süleyman BAŞGÖZ
Rumuz: VİRA1979
Şiirin Adı: MANAVGAT’TA ÜÇ MEVSİM VE BİR GÜN
Manavgat, ılık baharda ela gözlü, hayat dolu, genç bir kızdır.
Uykucu minik kaplumbağayı kabuğundan tuta çeke hayata uyandırır,
Takar beline Zeus’un anahtarlığını; türlü nebatın, tohumun asma kilidini açar
Postacı arıları uçurur; polenlerin aşk mektupları ulaştırılmalı, kapı bir komşu kızına
Karıncalara çöpçü tulumlarını giydirir of, puf; ee, kim temizleyecek koskoca kenti
Badem gelinin dallarında, havai fişekler gibi patlatır pembe beyaz sayısız çiçeği
Çamfıstığı tesirli kozalakları ormanın okuluna yazdırır, küçükten, küçücükten
Titrek bacaklı kuzulara, Hera’nın memesini buldurur, ite kaka, düşe kalka
Bağrında kurulmuş, yıkılmış sayısız uygarlığın tarihini kaydeder zeytin yapraklarına
Çimlenme makinasını, dizel tazelenme motorunu patırdatır ılık baharın, ilkbaharın
Baktı, her şey yolunda; koyar karşısına gök kubbenin mavi aynasını
Begonvil özlü rimelini çeker, boyar dudaklarını kiraza, sürer gülden ojelerini
Böyle bir güzel, böyle de alımlı; kadim aşığı Apollon’u bekler…
Manavgat, yazları masmavi gözlü, boylu poslu, sarışın bir kadındır.
Hephaistos, güneşin en keskin bronz temrenlerini bu mevsimde döver, demir örsünde
Sadağı altın oklarla dolu Apollon; iner dokuz gün, dokuz gecede sevdiğinin diyarına
Gerer yayını, fırlatır ışınlarını, vurur muşmulanın yeşilini, incirin koruğunu; erdirir
Asılır dallara karadutun, narenciyenin, mersinin, üzümün kristal avizeleri…
Demeter’in insanları, doldurur altın tepsilere bu tatlı ambrosiaları, nektarları
Yakut, zümrüt ve pırlanta bezeli yüzgeçlerini bacağa evirip,
Denizden karaya çıkan, başka lisanların, güneş yoksunu müminlerini
Kumsalda karşılarlar ve onlar yeniden denize dönene kadar kol kola girip
Antik tapınakları, şelaleyi ve Dyonissos’a değgin cennetleri tavaf ederler.
Ve kaçırır Apollon geceleyin aşığını, ayın, Samanyolu’nun, yıldızların parıltısına
Şafağa kadar öpüşür, koklaşırlar; kim bilir ne güzeldir o sevişmek, ah ne hoştur…
Manavgat, serin baharda kara gözlü, hamile bir kadındır.
Ne zaman aş erse, koyar Demeter’in tavasını Kronos’un ocağına
Taze sıkılmış, rafine ırmak ve deniz yağında, kara bulut tereyağı eritir
Küp küp doğranmış evler, köprüler, sokaklar, ormanlar atar üstüne; karıştırır
Pul biber şimşekler, cin biber yıldırımlar gök gürültüleriyle cızırdarlar
Kum, çakıl ve çamur salçası ekler; kaynatır sağanak yağmurda, bazen günlerce…
Ve sonunda tüm bu keşmekeşin ortasına güneş yumurtasını kırar.
Gökkuşağı tuzunu, sararıp dökülmüş yapraklardan baharatını serper.
Toprak kokan yemeğine, bandırır ışıkta fırınlanmış ekmeğini,
Eline, yüzüne, dağına, taşına oval renk spektrumları, prizmatik kontrastlar bulaştırır
Durmadan karnını tekmeleyen, sabırsız ılık baharı bu leziz aş ile besler…
Her sabah yeniden oluşur Manavgat, Poseidon’un köpüklerinden
Aphrodit edasıyla dolaşır antik sütunların arasında, sanki hiç yıkılmamışlar gibi
Öğlen vakti bağlar çiçekli yazmasını, bereket tohumları doldurur kesesine
Yürür topraklarının kuzeyine; bir doğuya, bir batıya serpiştirir, bol keseden
Taşına toprağına altın, gümüş sikkeler, defineler gömer; eskidikçe değerlenen
İkindin, semiz küçükbaş bulut sürülerini güder, Orpheus’un arpıyla
Giyer orman abiyesini; batan güneşin turuncu ötesi tonlarını resmeder, gri tuvaline.
Uzanır Tauruslar’dan yatağına, lacivert gecenin simli yorganını çeker üstüne,
Sokmaz böylece kara iklimini topraklarına, kış diye bir mevsim bilmez
Yazın ve iki baharın çarkıfeleğini çevirttirir, kurar başucuna yaşamın saatini
Bırakır mavi nurdan saçlarını nehir aşağı, çağlar olur, çağlayan olur
Geçmişin, geleceğin, şimdinin ve bütün bu “olur giderin” ortasında
Sonsuzluğun, zamansızlığın, tekilliğin, hiçbir şeyin ve her şeyin kıyısında
Uykuya dalar güzel gözleri; yıldızların, yıldızların, yıldızların altında…
- ESER
Yaşar BAYAR
ÇİVİT MAVİSİ BİR GRAVÜRDE AŞKPRELÜDLERİrosa1923
yeşeren epik bir rüyâdan gelirdi sesin
ışık lifleriydi mesafe şiddeti; açelyalar, gözlerinden geçerdi
ay doğarken oradaydı pisidya, dalgın bir girdaptı pamfilya kapısı
kirpiklerinden akardı firuze şelâle, leylak renginde
Kristal kuğu gibiydi boynundaki nektar kokusu
öyle inceydin ki dantel gibi eski bir su aynasında
seni mavi çığlıklar emziren köprülü kanyon’dan izlerdim hep
günışığından arta kalan bir yele gibi önüne katardın ışığı
bir fıskiye gibi raks ederdi omuzlarından alara
oymapınar tutardı elinden o ân, akardı zaman
yıldız kaymasından heykelcikler yontardın; saf yasemin
sendin selge’nin sütunlarında külü savrulmuş anka; leylim yakamoz
antik kenti’n küpelerine asılı şehnaz longa dönerdi boşlukta
şafağı uyandırırdın side’li nar ağzının ince büzülüşünden
lyrbe’li çiğdemler taşırdın çengi gölgelere
seninle başlardı sabah ötüşlerine kuşlar
sis demetiyle incinmiş telaş taşırlardı toroslar’a
taraçandan doğardı şafak; segâh bir ayinle yol alırdı güneş
titreyen göl’de aralanırdı zaman: aşk pusuda seni beklerdi
kollarının çağıran boşluğuna sığınırdı ay ışığı
uysal bakışların yalnızlığın derin kuyusuydu
delişmen bir renk edinmiştin tenha patikandaki ıslak atlarınla
sonsuza doğru bir koşuydu bengi ırmaklarının aktığı yerler
yaralı bir zakkum gibi yarışırdın düş sayrılı rüzgârlarla
binlerce ateşböceği taşırdın içinin kuytularına
en son kurutulmuş hangi rüyayı seçsen
fecrin beyaz kuşlarına asılı kalırdı gözlerinin çarşısı
eskil bir freskte yanardı yüzünün ışığı;ay büyürken sularda
göğsünde gizli saklı hangi sırdı ki aspendos gibi
düşerdi yüzüne akşamla damıtılmış gölgesi
pervazında eksiksiz bir begonyanın aksanıyla
sesinin parmak uçları yüreğimin ucuna dokunurdu gizliden
seni giyinirdi, oluk köprü’den su içmeye gelen kuşlar
bir rüya vals’iydin belki, belki de s'ağır bir boşluk
billûr kâselerde dolaşırdı elden ele, şerbet kokun
bakardım… izini sürerdi apollo, usundan geçenlerin
bütün bir tarih durulurdu gözlerinde; akla ziyan, mengü sır
kuğulu ilkyazdın bilirim; turnaların geldiği yol kadar uzun
tozlu varaklardan döküldü ağzının lirik şeraresi
krizantem ve nevruz kokulu cam parçaları gibi
güz geldi işte; dalgınlığımı çiğniyorum şu sıralar
yuva kurmuyor uçurumlarıma artık eleğimsağma
sesin; içimin en uzak yokuşlarıydı, yokluğun; gölgesiz gri
şimdi geçtiğim çöl, gövdemdeki çatlaktan sızıyor içime
uzaklardayım; alıcı kuşlar dönüyor başımın üstünde
keşke o manavgat kokuluellerine dokunsam yeniden